27 Eylül 2011 Salı

Giant Stores (Doha/Katar)

Giant Stores

Cok büyük bir AVM olmamakla beraber, içinde her türlü magaza ve hipermarket barındıran bir tek katlı bir AVM. Aile mekanı olarak daha cok adlandırılabilir. Hatta ve hatta ilk defa sahit oldugum bir olay, Filipinli 5 tane gencin iceri guvenlik tarafından alınmadıgı bir yer. Sap muhabbeti sadece gece kluplerinde olur zannederdim, ama burada farklı efenim. (Bu arada biz de 3 sap olarak gittik ama tipten kaybetmedik muhtemelen.)

Olimpiyat meşalesi (Doha/Katar)


Giant Stores AVM

Olimpiyat mesalesi

Alıs-verisi cok yaparım derseniz bu sepet :)

Amcam Ferrari'siyle dikkatleri üzerine cekmis vaziyette

Starbucks (Her AVM de mutlaka vardır)

Carrefour tarzında içeride bir hipermarket.

3 Eylül 2011 Cumartesi

Doha-City Center AVM




Doha'da sehrin bir yanı resmen gökdelenlerin istilası altında kalmıs. Resmen mimaride fantazi yapmıslar, o  kadar değişik görünümlü yapılar var ki resmen şaheser yapmıslar adamlar. Gel gelelim bu binaları dolduracak kadar insan yok buralarda. Bina var ama içi boş.

Dün sabah, evde güzel bir kahvaltı faslından sonra, hem gezelim hem de alıs-veriş yapalım hesabı dısarı cıkalım dedik arkadasla. City Center diye bir AVM , içinde 100 lerce magaza var, 1 katını dolaşıyorsun hatta, dolasamadan yoruluyorsun, yürümeye mecalin kalmıyor, o kadar büyük. Hemen hemen her katta Starbucks var, KFC görüyosun bir katın bir basında, öteki ucuna gidiyorsun bir tane daha KFC. Nitekim TR'de ben bu kadar büyük bir AVM görmedim açıkçası. Neyse gelir gelmez ortama adapte olmak için Starbucks'a oturup birer kahve içtik.Dısarısı o kadar nemli ve sıcak ki, yolda sokakta öğle vakti yürüyen kimseyi göremezsin. İnsan görmeyi özlemişiz o derece yani. Bir kaç kara çarsaflı bayan, beyaz entarili adam (Katar vatandası) bunun dısında Avrupalı, Filipinli ve Hintli  gördükten sonra , sosyal hayata adapte olmanın verdiği hazla, yerimizden kalkıp, kahvemizi içtik demek ki sosyal insanlarız deyip, dolasmaya basladık.


Üstteki fotoda MANGO magazasını göruyorsunuz, alısılageldik bir görüntü yok ama içerde. Normalde içerisi alıs veriş manyagı hatun kaynıyor olurdu ama burası bos, farkı bu.
Neyse efenim arkadasla beraber gıda alısverisi falan için Carrefour'a  gectik, Türkiye''dekilerden daha bir büyük de bir mekan , pahalı da bir yer. Pahalı yer olmasa alıs-veris yapamıyorum yaa, inanmazsınız.

Neyse efenim, aldık sepetimizi, bakına bakına ilerliyoruz. Sebze meyve reyonunda o kadar çok kaldık ki, hem ürün çeşitliliği hem de farklı bir yanı daha vardı ki onu anlatırım simdi. Binbir çeşit tropik meyveler, hiç görmediğim meyveleri reyonlarda görmem, ne oldugunu kesfetmeye çalışarak zaman geçti tabi ki...
Bir sebebi daha vardı o kadar vakit kaybedişimizin , haftalardır hatun görmemişiz bir de sarışın, boy pos yerinde,renkli gözler vs. olunca arkadas transa geçti zaten, ne aldıgımızı falan hatırlamıyor zaten arkadas. Ben de reyonların arasında arkadası kaybetmemek için sürekli bakınıyor, bir yandan gerekli ihtiyaclarımızı alıyorum.

Öyle bir an var ki, günün olayı oldu, arkadas şeftalilere bakarken, hatun kişi arkadasın yanına geldi bişeyler konustular, sonrada sordum ne dedi diye; şeftaliler güzel gözükmüyor demiş arkadas, hatun da demiş ki dışı güzel gozukmuyor ama içi güzeldir. Gaza gelen bizimki 1 kilodan fazla şeftaliyi doldurmus, yanında erik de almıs. Trans halinde ne aldıgını bilmiyor tabi, sonra eve gelince gördük ki, azcık şeftali ve erik 25 TL civarında. Tr'de 5 TL almayanı dövüyorlar valla.


Bu nasıl meyvedir arkadas, kavuna benziyor, dısı tırtıklı falan, üstelik tüm meyve reyonunda topu topu 1 adet var, demek ki o kadar kıymetli bir meyveymiş dedirtityor insana.

Alıs-veris sepetini doldurup cıktık otoparka, sepeti bosalttıktan sonra tekrar gezemedigimiz yerleri gezelim düsüncesiyle geri girdik AVM'ye. Geziyoruz, geziyoruz bitiremedik arkadas, bu nasıl bir büyüklüktür. Bir dahaki sefere ancak biter. Bakalım her tarafını gezmeyi ne zaman bitirebilicem.

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Kasnaklı (Uçurtma)

'Kasnaklı ne la?', diyenler vardır belki.

Efendim, öncelikle ona bir açıklık getirelim.
Uçurtmaya, kasnaklı derdik biz çocukken, Ege dolaylarında.
Çocukken sazllıklardan kestigimiz,kargı denen çubukları ortasından boylamasına yarıp çıtaları elde eder, yani uçurtmanın iskeleti oluşur. Çıtalarla, tütün ipi denen pamuk iplikleriyle, ve geniş ambalaj naylonlarla kendi elimizle uçurtmalar yapar, ve bu uçurtmalara mahallede kendi aramızda Kasnaklı derdik.

Kasnaklılara değişik değişik kuyruklar tasarlar, çerçeve cıtalatalarını buyutur, 6 lı veya 8 li yapar, ki 8'li hem karizma uçar, hem de diğer arkadaslarının yanında karizmanın tavan yapmasına bir etkendir. Kuyruklu yıldız dediğimiz ama hiç de karizması da olmayan ve şekilsiz kuyruk tasarımı da yapmamış değilim zamanında. Kamışlardan çıtaları alırken dümdüz olmasına çok dikkat ederdik, yamuk yılık olursa nasıl denge sağlayacaktık ya...
Abime bu konuda güvenir, çıtaları keserken işi ona devreder kaç cm boyunda çıta istediğimi söyler, arkama bile bakmada malzemem hazır olurdu, eli de yatkındır 3 kağıtçının.

 İlkokulda okurdum o zamanlar, okuldan kıvrak kıvrak adımlarla eve geliyorsam belli ki evde beni heyecanlandıran, bir an önce  evimizin önündeki boş arazide yapacağım iş uçurtmamı alıp keyifle uçurmak oluyordu.


 O zamanlar bilgisayar, internet falan yaygın değil şimdiki gibi. Bu devirde bilgisayar çocuğu, apartman çocuğu evden dışarı çık(a)mayan, çıksa sokakların güvenliğinden ailelerin şüpheli olduğu, dışarı çıksa da ailesi de başına dikilip beklemek zorunda olduğu bir devir belki de şimdiki...

O zamanlar öyle miydi ya, atariler, tetrisler bir kaç gün oyalayabilirdi beni, işin sırrını öğrendikten sonra sıkar , sıradanlaşır, eve kapanmak bayar, açık hava özlemi başlar, dışarıda sokakta, dağda, bayırda gayet açık havada oynamanın tadını varırdık.

Gene bir bahar günü , güzel de rüzgar çıkmış tam uçurtmalık bir hava, o derece. Almışım uçurtmamı evin önündeki arsada az bir hareketle,kolayca havalandırmışım uçurtmamı. Rüzgar da iyi ya, zorlanmadan havalandı hemen , ipin ucu elimde ve durmadan ip salıyorum, uçurtmam yavaş yavaş gözlerden ırak olmaya başlıyor. Daha uzağa gidebilen ve ona rağmen de uçabilen uçurtma makbül tabi ki, karizmamı da yapıyorum!

Anaa uçurtmaya bak laaan...
Taa nerrrrde , gördün mü laa...
Sen mi yaptın bunu... gibi tepkiler geliyor.
Ben istifimi bozmuyorum tabi.

Deli gibi de rüzgar var dedim yaa, abimler falan da var mahalledeki arkadaslarla takılıyoruz, başka uçurtması olan arkadaşlar da var. Bana diyorlar ki fazla ip salmasaydın, yani çok uzakta uçurtman, bari biraz gözünün önünde dursaydı diyor arkadaşlar, ben de diyorum ki böyle daha zevkli. O çocuk halimle o zevkin tadını anlatamam inan ki. Öncelikle kendi yapmış olduğum uçurtma, tüm ayarlamasıyla, şekliyle, şemaliyle bir yandan kendi yaptığım, oluşturduğun bir cismin uçtuğunu görmek çocuk haliyle insana o kadar zevk veriyor ki, sanki uçak yapmışım onun deneme sürüşlerini yapıyorum...
Deneme sürüşleri esnasında, rüzgarın asiliğine dayanamayan uçurtmamın ipi kopuyor ve elimde tuttuğum o gergin kurbanlık dana misali tuttuğum ipteki o huysuzluk birden kesiliveriyor ve ip öylece elimde kala kalıyor. Uçurtmam zaten gözle zor görünecek derecede uzakta iken, yavaş yavaş , döne döne yere dogru gözden kaybolmaya başlıyor. O içimdeki kendinden eminlik , biraz hüzne dönüşüyor, yavaş yavaş. O kadar emekler, uğraşılar, ortaya bir şeyler çıkarma ve onun işlevselliğini görme, o zevki tatma fırsatı birden yerini , yavaş yavaş hüzne bırakıyor. Uçurtmam rüzgarın azizliğine uğratıp gözden kaybolurken, elimde kalan ipimi dolamaya başlıyorum ben de , bu arada arkadaşlarım ve abim uçurtmayı aramaya gidiyorlar. Uçurtmanın muhtemel yeri en az 10 dakika yürüme mesafesinde bir yerde, ki orası da boş arazi değil, evlerin olduğu bir yer, kesin birinin bahçesine düşüp kalacak kimsenin haberi de olmayacak diyorum içimden.

Neyse ki aradan geçen yaklaşık 1 saatin ardından enkaz kaldırma ekibinin elinde ufak tefek hasarlarla uçurtmamı getiriyorlar. Emeklerimin yok olup gitmemiş olmasına o kadar seviniyorum ki, o zevki tekrar tadabileceğimi bilmek gerçekten beni de uçuruyor sevinçten.

Nereden geldik bu uçuşlara dur bir düşüneyim: Haa, şu an Uluslararası bir havalimanı projesinde çalışıyorum da, meğerse uçurmak, çocukluktan kalmış bende ...


9 Ağustos 2011 Salı

Bugün Benim Dogum günüm !!!

Bugün benim doğum günüm...
Sağolsun arkadaslarım facebook'tan doğum günümü kutlamışlar. Hatırlanmak güzel sey hakkaten, insan mutlu oluyor tabi.
Ama su var ilk kez yurtdısında, arkadaslarımdan ailemden uzak, bir doğum günü geciriyorum, buruk bir sevinc.
Bir de 44 C civarında sıcaklık, ondan ziyade deli gibi nem, dısarıya cıktıgında tüm kıyafetler ter içinde, resmen ıslanıyor.Bir de ofise gecip masama geciyorum ki, öyle serin bir ortam olamaz, bırak serini resmen dondurucu soğuk yaa...
Klimalarda en düşük 18C olur ya, bizim ofis  merkezi klima santraliyle soğutuluyor, ki bence 10 C falandır herhalde. Ya resmen donduruyo, kimse müdahele etmiyor, anlamadım gitti. Lan simdi dısarısı cok sıcak diye içerisi de cok soğuk olmak zorunda değil ki yaa, acayip gıcık oldum haa..
Nitekim cok sıcaktan cok soğuga gecerken, 2 gündür hasat oldum, ki dün aksam da Leyla'ydım resmen.Gece dogru dürüst uyuyamadım, sabah da işe gidecek gücü kendimde bulamadım. 11'e kadar uyudum, uyku denirse artık ona da, saga sola döndüm durdum diyelim. Şimdilerde, öğlen vakti yavas yavas kendimi biraz iyi hissetmeye başladım.


Buralarda doğru dürüst tatlı yapan yer de yok, pastane tarzında yerler de yok yaw. Şöyle bir meyveli pasta için neler vermezdim. Simdiye kadar 1 tane baklava satan yer gördüm. Tatlı olsa da yesek valla, tek dileğim o simdilik. Bundan güzel doğum günü hediyesi mi olurmuş hiç.

Neyse efenim. Doğum günü ilk defa herkesten uzak, ama gene sifayı kapmıs vaziyetteyim. Demek ki sağlık herseyden önde geliyormuş, gelmeliymiş. Sağlığın kıymetini elimizden gidince biliyoruz nedense. Herkese sağlık ve mutluluklar...

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Ramadan Kareem

Her yerde farklı bır heyecan, farklı bır bekleyiş ve geldi de çattı sonunda 11 ayın sultanı, Şehr-i Ramazan...
Ama ilk defa uzak ellerde, memleketten , aileden, arkadaslardan, sevdiklerinden uzakta...
Gündüz sıcaklık 44C civarında olmasına karsın, böyle bir hava Türkiye'nin hic bir yerinde yok desem yeridir, yav arkadas dısarı cıkıyosun , hatta cıkamıyorsun, cıksan da yarım 1 dakıka ıcınde terlemeye baslıyosun, yarım saat kalınca zaten ustundekı kıyafetı cıkar at, suya batırmıs kadar ıslak, o derece...

Doha/Katar

Bahsi gecen yer bir Arap yarımadası ülkesi, Katar. Başkenti Doha, yaz mevsiminde nemden dolayı sis, resmen  kış mevsimi oluşan sis gibi, yaz sıcagında böylesini hiç görmemiştim.
Her yerde bazı yazılar dikkat çekiyor. RAMADAN KAREEM. Ramanazanınız mubarek olsun...
Aclık insana o kadar koymuyor da , susuzluk insana hakikaten cok koyuyor. Burada Allah herkese sabır versin, dısarda 11:00-15:00 saatleri arasında acık havada calısmanın dahı yasak oldugu yerde, imtihan daha çetin gözüküyor.
Hintli, Filipinli, Japonların yasadıgı ülkede herkes müslüman olmasa da, müslümanlara saygı var, Ramazanın geldiginin herkes farkında. Bir Amerikalı ''Tüm Müslümanların Ramazanını Kutlarım'' diye toplu mail atabiliyor iş arkadaslarına. Bu, her şeyden önce saygı ve hosgörü rüzgarları estiren Ramazanın  bereketi olsa gerek...


29 Mayıs 2011 Pazar

7. Caddede rastlaşmalar...

Ankara...
İzmir'den sonra Ankara sehir olarak cok da ideal bir yer olamayabilir aslında...
Ankara'dan sonra İzmir olsa daha iyi giderdi valla :)
Oldum olası bi önyargım olmasına ragmen yavas yavas alısmaya basladım ben bu baskente...Sevmeye basladım lan ben burayı.
1 aydır burada iş cıkısı kendime yapıcak bişiler bulmaya calısırken, madem yurumeyi seviyorum, neden yurumeyeyim dedim kendi kendime, ve kendimi 7. caddede buldum...
Alsancak, kıbrıs sehitleri caddesinin arac trafigine acık olanı burası da, neyse efenim basladım yurumeye turlamaya, derken bir koluma girdi birisi...






Rast-1
M: Aaaa naber?
Ben: AAA Murat, nerden tanıdın beni !!!
M: Yaa, bn bu adamı biyerden tanıyorum ama dedim, yuruyusunden tanıdım.
B: Vay be kardesim, kac sene oldu? 3 senedir görüsmedik.
M: Ben senin haberlerini alıyodum ...
B: Vay be kardesim...Gel oturalım o zaman biyere , vaktin varsa.
M: yarım saat var gel oturalım...
Neyse SIM cafe diye biyer varmıs gittik oraya oturduk , sohbet , muhabbet derken vaktin nasıl gectigini anlamadık.İnsanın tanımadıgı , bilmediği sehirde tanıdık bir simayla denk gelmesi kadar güzel bir sey olamaz herhalde...

Rast-2
Gene bir iş çıkışı soluğu 7.caddede almısım.
Baslamısım dolanmaya, derken karsımdan 4-5 kişilik bir grup geliyor, bana yakın olan taraftakı elemanla gözgöze geldik, hatta gectik birbirimizi, ikimiz de dönüp birbirimize baktık ki meğerse o da askerden arkadasım...
D: AAA!!! Senin ne işin var Ankara'da?
Ben: Valla ben iş için geldim bi süredir burdayım.
D: Hadi yaa, bi dakka , arkadaslara bi haber vereyim de biyere gidip oturalım, vaktin var mı?
Ben: Var var, sorun yok, hadi o zaman, nereye gidelim?
D: Starbucks'a gidelim, az ilerde.
Ben: İyi tamam hadi.Eee, sen neler yapıosun ?
D: Napayım bn de çalışıyorum, askerden sonra Ankara'ya geldim hep de burdayım. Bu aksam arkadaslarla cıktık dolanıyoduk öyle.
Ben: Askerde arkadaslarla görüsüyomusun?
D: Valla, koptuk gittik, nette denk geliyorum bazılarına ama , görüstügüm pek yok.
Ben: Benim de net dısında görüstügüm yok aslında, herkes farklı sehirlerde.
Starbucks'a gelinir , mekanda oturan her masaya nerdeyse selam verir arkadas. Noluyo lan, bu kadar meshur mu bu adam diyorum icimden.
Soruyorum:
Ben:Ya sen bu kadar kişiyi nerden tanıyosun?
D: Askerden gelince 8 ay burda calıstım ben.
Ben: Ooo , iyiymiş, cevre yapmıssın.
D: yaptık yaa.Çoğu eski müşterim benim, simdi hala görüsürüz coğuyla.
Ben: İyi , sosyalsin yani :)
D: Yaani.


Rast-3
Gene bir aksam caddeye cıkmısım, ağırdan yürüyorum, caddenin basında daha birini gördüm. Adamın yüzü cok tanıdık geldi, gözlüklü biri, döndüm arkasından seslendim, Ceyhun!
C: Yürürken durdu, dönüp baktı.
Ben: (Tamam! Bu O!,ünv.den sınıf arkadasım dedim içimden) Vay kardesim naber, ne işin var burda?
C: İyi valla nolsun.
Ben: (Adamı yıllardır görmuyorum adamın verdiği tepkiye bak lan) Eee sen burda mısın?
C: yok , bi toplantı vardı ona geldik arkadaslarla.Ben onları bekleymeyeyim.
Ben: İyi , peki görüsürüz. Bu arada senin tel neydi?
C: Numaraları söledi, gerci son 2 rakamı dogru olmayabilir, tam hatırlamıyorum. Sen en iyisi kendi numaranı söle.
B: 0505 1234567 
C: tamam cagrı atıyorum.
(O sırada sölediği numara onun no değilmiş, arıyor beni)
B: Naptın, yanlıs no vermişsin, adam beni arıyo bak, hadi konus :)
C: ben Gideyim, bekliyolar.

Teli actım adamın biri ne bardı hayırdır diyo, ben de dedim ki kusura bakmayın, yanlıslıkla oldu, da bıt bıt bıt...
Adamı basımdan savdım.
O değil de benim yıllardır görmediğim bu arkadas mal lan galiba dedim, hem beni görünce hergun karsılasıyo gibi tepkı verdi. hem de baska adamın numarasını yazdırdı. 
Yok, yok...Var bunda bişey, normal değil.
Yolda göz göze gelmediğin birine illa ısrarla selam vereyim diye ugrasmaya gerek yokmus, bunu anladım.

Daha kimlerle karsılacam cok merak ediyorum...Hey gidi koca sehir!!!
Daha kimleri, kimleri cıkacaksın karşıma ....




28 Şubat 2011 Pazartesi

Bizim Oraların...4 (Mardin)

Efendim, bu sefer farklı bir lezzet ve farklı bir üsluptan bahsetmeye çalışacağım...
Daha önce pek fazla adını duymadığım, tatmışlığım olmasına rağmen o yörenin tarzına göre yapılanından yememiş olduğum bir lezzet bu:
Kaburga Dolması!!!
Bilenler bilir, bu yemek denince akla tarihi evleri, eski sokakları, kendine has mimarisiyle Güney doğu'da Mardin ili akla gelir.



Şimdi size yemek tarifi falan verecek değilim, fakat Mardin'de de heryerde olduğu gibi GÜRME'sinin olacağı ve bizim buralarda yok şöööle yemekler, yok efendim böle bilmem nesi var tarzında muhabbetlerden bahsedicem...
                                                                                                                                

Arkadasımla beraber yemek için girdiğimiz bir yerde ben hemen kaburga dolması istedim, merakımı biranönce giderme derdindeyim haliyle.


Kaburga dolması istendiğinde yanında;
İçli köfte,
İşkembe dolması da geliyor..
Gerçekten başarılı bir yemekti.





Daha sonra şehrin tanıtımı için faaliyetlerde bulunan Şehmus bey'in yanına ugradık.
Diyaloglar şöyle gelişti:
Şehmus B:(Behzat Ç. gibi oldu ama idare edin artık)Yemek yediniz mi yoksa ısmarlayayım dedi ki,
Biz: Biz de daha yeni yedik;
Şehmus B:Nerede yediniz?
Biz: Şu köşede bir yer var ya orada.
Şehmus B: Aaa bizim Kino (Çocukluk arkadası galiba, ismi kısalttığına göre)
Şehmus B:Ne yediniz?
Biz: Kaburga Dolması.
Şehmus B:Kaburga Dolmasını aslında özel yapıp yiyeceksin, öyle her yerde yenmez o.(Yaw merak ettik yedik işte, özel kime yaptırayım ben onu)
Aslında ben GURME'yim.
Biz: Höönkk!
(Bu, bize anlatacağı 'Bizim Oraların' diye başlayan cümlesinin anahtar kelimesiydi)
Bunu der demez Noluyo Yaa gibisinden,arkadaşımla göz göze geldik
Benim bakma amacım Aha bir tane daha Bizim Oralarcıyla karşılaşmak...
Arkadasımın bakma amacı Adamın dediğini anlamamış olması...

 Bu kaburga dolması koyunun üreme mevsiminde olursa etindeki o lezzeti alamazsınız, yok efendim yaylada otlamış koyunlar bahar mevsiminde kesilir, yok efendim kendi usulüne pişirme taktikleri vardır bunları da herkes bilmez (Biz öğrendik işte ne güzel)

Dışarıda bu işi yapan yerler , ticari kaygılardan dolayı et seçimine ve pişirme taktiklerine fazla dikkat etmeyebilirler dedi, bunu yapacaksan şu köşede kasap Hıdo var (salladım ismi, kısaltmaydı gene) orada taze kesilmiş kuzu olur, sadece onun kuzuları yaylada otlamış olur (Adres verir ki, sadece o kuzu tek yerden temin edilir, Onu da ben bilirim edası)

Daha sonra etin hazırlanışı ve bilmem kaç saat bilmem neyle terbiye edip eti bekletme ve fırında bilmem kaç saat pişirme gibi detayları geçiyorum artık....

Çıkışta arkadasım dedi ki:
-O adam neymiş yaa?
-Gurme
-Noluyo O?
-Lezzet üstadı gibim bir şey işte yaw.
-Haaa
-Yaa
-Adam 2 saat bunu anlattı da biz de mevzuya giremedik.
-Adam coşmuş 1 kere anlatası var, napalım durduramadık işte...

Mevzuya girmek ertesi güne kalır ve biz eyvallah der ülkemizin bir başka köşesinde başka bir Bizim Oralarcıyla tanısmıs olmanın verdiği (gene mi edasıyla) o günlük ayrılırız oradan...

23 Şubat 2011 Çarşamba

Bizim Oraların...3 (Kanada)

Kar...
Tipi...
Dondurucu Soğuk...
Ren Geyikli Kızaklı Arabalar...(Köpekli kızaklar da olabilir)
Özgürlükler ülkesi...
Kanada!!!

Trafikte yayaların araçlardan önce geçebildikleri (ilk duyduğumda garibime gitti nedense), Vince Carter'ın Toronro Raptors'da oynarken ters smaçlar bastığı, Hindistanda ineğin kutsal olduğu kadar GEYİĞİ kutsal olan, (bizim yaptığımız geyikten farklı), karların yağıp 9 ay yerden kalkmadığı, köpeklerin sürüklediği kızaklı arabalarla ulaşımın sağlandığı (ülkeyi bilmeyenler böyle düşünüyor), her gün kürekle çatıda ve evinin önünde karların temizlendiği, (her gün olmasa da haftada 1 kere), Kar tatilinin haftada 5 gün olduğu (dolayısıyla herkes evde şömine başında keyif yapıyor) Hayaller Ülkesi varmış....


Yurtdışına çıkanlarda oluşan farklı bir sendrom mudur hala anlamış değilim ama geldiklerinde sanki ilk defa kendi ülkelerine geliyorlarmış gibi hareket ederler.
Zaten varolan ve bizim sıradan gördüğümüz simitçiyi bir garipsemeler, seyyar satıcılara farklı bir bakmalar, (Kanada'da bunlar böle değil daha bir değişik!), baklavacıyı sanki yüzyılın buluşunu yapmış gibi açtığı yufkalar için tebrik etmeler, canlı fasıl müzik dinlerken özünü bulmuşluklar, yıllarca yedikleri kebabı ilk kez tadıyormuşcasına tepkiler vermeler (Bunu Kanada'da daha farklı yapıyorlar,çünkü orada yapmıyorlar),
ekmeği yerken bile (Kanada'da bunun mayası farklı oluyo,hem tadı başka) değişik tepkiler, teknolojiden bahsederken ağzım açık gelişmeleri dinlemek (Yeni çıkan ürünler ilk Kanada'da piyasaya çıkar edaları), arabadan bahsedilirken orada mutlaka daha iyisi ve TR'de olmayan başka bir motor versiyonunun olması gibi sayısız mukayeseler sonuncunda:
'Vay Bee Abicim, Sizin Oralar Neymiş Yaw' dedirtiyorlar İnsana...
Güya Senin yaşadığın yer 3. dünya ülkesi, onların yaşadığı yer Dünyanın En Gelişmiş Ülkesidir.



Aman gazetede veya tv de buz hokeyi görmeye görsünler, amanın olaya bak sen...
Hockey, orada farklı bir telaffuz ediliyor onu anlarsın HAAKİY!!!
Kanadalıların ata sporu olan haakiy hakkında arkadaşların acaba bu sene kim şampiyon olur muhabbetini yaparlarken, sen de mal mal dinlersin...

Arkadaşlarını gezdirmek için taksiye binersin ki eyvah, orada taksiler ford dan aşağı değilken burada 20 yıllık Şahin'e binmişsinizdir.Taksiciye parayı uzatırsın adam da sana para üstünü falan verir,orada kısa bir bekleme süresi vardır, kesin bu duruma da verecek cevapları vardır, Kanada'da para üstü diye bir şey yoktur, kesin başka bişey vardır (orda para verilmiyor, hayırına taksiciler seni götürüyor falan)
Bu Ne Yaw...


Kanada'ya dönerlerken de şu sözler söylenir:
O:   'Kanada'ya gelirsen mutlaka beklerim...'
Sen:Bakalım artık.. (Olur tabi haftaya bi uğrarım.)
O-:  Mutlaka ama...
Sen:Tabi tabi...
Sanki 2 saatlik otobüs yolculuğuyla gidiliyor da oraya, misafirperver tavırlar da sergilenmiyor değil hani.

Kanada'lı Arkadaşlarla Görüşmenin Faydaları:
*Coğrafyan gelişir; Toronto, Edmonton ve Ottova, Quebec şehirlerinin varlığından haberdar olursun.
Değişik iklim tipleri ve bitki örtüsü dağarcığın artar,
*Genel Kültürün Artar; Teknolojinin ilk ürünleri, i-pad, i-mac, i-pod, gibi ürünler TR ye gelmeden görüp kullanma şansı yakalarsın.
*Ülkendeki güzelliklerin farkına varırsın; Simitin, baklavanın, kebanın tadını başka yerde bulamayacağını, ve kıymetini anlarsın.
*Önceden Pizzayı sadece yemeyi iyi bilirken, sonra pizzayı müşteriye hızlı teslim etmenin yollarını da öğrenirsin...
*Sinema sektörüne uzaktan ilgi duyarken, seyircilere el feneriyle sinemada yer göstermiş sinemanın duayeni arkadaşlarından film eleştirilerini alır, sektöre yakınlaşırsın.




Gün gelir , Kanada'ya dönülür ve arkadan hiç bir haber yoktur, ne msn'de ne facebook'ta rastlayamadığınız arkadaşlarınız (Artık hangi sosyal medya ağları kullanılıyorsa orada, kesin daha gelişmişleri vardır)HARİKALAR DİYARINA çoooktan gitmiş, size sadece acaba Rocky dağlarında arkadaşlarım slalom mu yapıyorlar, Mustang'e binmiş şehir turu mu yapıyorlar yoksa hayatın gerçekleriyle yüz yüze part time pizza dağıtımı veya benzincide pompacılık mı yaparlar düşünceleri kafada soru işareti olarak kalır...

17 Şubat 2011 Perşembe

Bizim Oraların...(Season-1 Episode-2)

AH BİZİM ORALARIN:

İnsan arkadaşını iyi seçmeli, arkadaş olarak görmediği kişiyle de:
'Sen benim arkadaşım değilsin laa, senle 2 dakka konuşmam, işim olmaz senle' deme şansımız yok...
Herkesle illa ki konuşma,diyalog kurma, muhabbet etme durumlarımız olabilir, bazen ki bu durum sıkıcı pozisyonlara da gelebilir. Bir şeyden anlamayıp da, o konuyu çok iyi biliyormuş gibi saatlerce mesnetsiz konuşabilen insanları hiç anlamam, kime, neyi, nasıl ispatlamaya çalışıyor?



Çiğ köfteyi çok seven biri olarak bir arkadaşımın yeni tanıştığım arkadaşıyla konuşuyorum, çiğ köfte güzel oluyor falan marketten veya falan çiğköfteciden alıyorum ben diye söylemiştim ki cümlem bitmeden:
-Bunlar çiğköfte mi ya?Yaw bizim oralarda bir çiğköfte yapıyorlar, akıllara zarar, parmaklarını yersin.
Lan, de get!
Bizim aldığımız mercimek köftesi değil ki, illa kendi memleketinde en güzeli yapılır zaten.
Bu tip insanlarla diyalog kurmaktan kaçacaksın, zaten herşeyin en güzelini Onlar 6 duyu organıyla tatmıştır ki sen ne anlatsan boştur.

Falan yerde dürüm yapıyorlar fena değil dersin ki, 
Hemen cevap hazır:
Bunlar dürüm mü yaa.Bizim oralarda bir dürüm yapıyorlar o biçim, yok yanında salatayı bedava veriyorlar, salata da Salata yani, kara lahanasından,rokasına kadar her şey 10 numara...
Memleket sevdalısı olmasını anlarım da GURME olmalarını pek anlayamamışımdır nedense.
Soğan doğramayı dahi doğru-dürüst bilmeyen, elinden pek iş gelmeyen, fakat diliyle şaheserler oluşturabilen ,yanlarında yemek muhabbeti yapamadığın,yaparken lafı ağzına tıkayan bir takım insanlar vardır ki, her şeyin en iyisi zaten onların memleketinde yapılır.
*Çiğköfte tavana atmadan havada asılı kalabilir;
*Baklavası daha çiğnemeye başlamadan ağzında erir;
*Balı ağzına götürmeden tadı boğazını yakmıştır;
*Kaşarı o kadar eskidir ki 135 sene toprağa gömsen bozulmaz;
*Peyniri o kadar özeldir ki buralarda hiç biryerde bulamazsın, özel siparişle gelir.
Velhasıl senin yediklerin saman, onların yedikleri çok özel ve lezizdir sadece onların memlekete hastır.
Bu tarz şahsiyetlerle bir yerde yemek yemeye kalkışsan, salatadaki malzemeye bakar köyünün yağmurlarında yetişen marulları hatırlar. Önündeki salatayı pek hazetmeyen ve memleket özlemiyle ağzından şu cümleler dökülebilir: 
-Bizim oralarda bir marul yetişir, nah böle böle, tadından da yenmez. Bunlar marul marul mu yaw...
Len ne onlar marul tabi, oğul otu mu doğramış sanki adamlar!
Farkında olmadan arkadaşın seni memleket özlemine doğru girdaplara çekebilir, Sakın kanma!!!


GURMEKOLİKLER:
Bu insan tipleri bizim oraların şusu, busu meşhur tarzında boş konuşan insanlara nazaran biraz daha eğitimli, ağzının tadını iyi bilen, gündemi ve piyasayı iyi takip eden,nerede yenir, nerede gezilir, hangi filmlere gidilir sorularının cevaplarında uzman, memleketini değil 'GÜZEL gerçekten güzeldir' prensibiyle hareket eden mantıklı, makul insanlardır.

Meyve Suyu
Cappy ne zaman yeni bir meye suyu çıkarsa arkadaş onu denemiştir ki izlenimlerini sana ilk firsatta anlatır. Efendim Cappy kırmızı meyveli karışıkta erik tadı çok baskın olmuş , daha bir çilek tadı olsaymış , üzüm tadını daha iyi alırsın ilk yudumu içerken diyerekten, hangi anda hangi lezzetleri alabileceğini sana 4 boyutlu bile anlatabilir.
Sen de vişne ve portakal suyundan başka bir şey içmemiş, içse de hiç bir lezzet takıntısı olmadan su niyetine meyve suyu içmiş biri olarak ağzı açık onu dinlerken vişne suyu da fena olmuyor yaw, gibisinden mağaradan yeni çıkmış gibi yorum yaparsın ancak...


Tatlı
Bir de tatlı için bir yer arıyorsan gürmekolik bir arkadaşınla anında sana alternatifleri sayabilir:
Ekmek kadayıfı yiyeceksek falan yere gidilir, hem tatlının üzerine konulan kaymak Uludağ'da otlamış ineklerin sütlerinden yapılıyor  piyasada bulunanlara 1000 çeker.
Süt tatlısı yiyeceksek Bolulu Hüsmen Ustaya gidilir ki orada en son karamelli şikilop şokomellatosu gelmiş yeni, üzerine de dondurma koyuyorsun süper oluyo....
Chesecake yiyeceksek eğer Çay Dünyası'na gidelim orda frambuazlı, pepinolusunu yapmaya başlamışlar , hatta üzerine gerçek ananas parçacıklarıyla özenle yoğrulmuş mango pıtırcıkları da serpiştiriliyor, yerken seni bambaşka alemlere götürüyor inanmazsın...
Dondurma yiyeceksek, Ferah Pastanesi Maraş'ta adam kendi yetiştirdiği keçilerin sütünden yapıyo dondurmayı , 2 gün güneşte beklet erimiyo inan ki...
Kabak tatlısı yiyeceksek, Özümsüt adam kabakları kendi tarlasında yetiştirip müşterilere sunuyor,hatta üzerine serpilen cevizin tane büyüklüğü dahi özel olarak ayarlanıyor...

Yemek
İskender yiyeceksek, tek bir yer var İskenderoğlu zaten inekleri Himalaya'ların kuzeye bakan yamaçlarında otladığından etin tadından hangi otları yediğini bile anlayabiliyorsun ineklerin...
Köfte yiyeceksek Köfteci Rasim de yiyelim, orada köfteyi 16 saat yoğurduktan sonra bu kıvama geliyor.
gibi tavsiyeleriyle yanında bir Vedat MİLOR'la dolaşmanın hazzıyla  verdiği bu bilgilerle kararsızlık sınırını en aza indiren, gönül rahatlığıyla seçim yapabileceğin arkadaşın sayesinde rahat eder, tecrübe edip rezillik yaşamazsın...

Şimdi efendim sorarım size:
'Ah bizim oraların yemekleri' deyip kendi memleketinin yemekleri dışında yemek yememiş fakat kıyas yapabilme yetisine sahip olmayan AVEL insan tipi mi, yoksa tavsiyeleri ve tecrübeleriyle sana yardımcı olacak,mukayese yeteneği kuvvetli,analitik düşünebilen,seyahat engeli olmayan GÜRMEKOLİK mi?

13 Şubat 2011 Pazar

Bizim Oraların...

Memleketimizin ayrı ayrı her köşesi farklı güzelliklere sahip. Memleketin değişik yerlerine gidip belli sürelerde kalma şansım olduğundan her yerin kendine has güzellikleri, insanları,adetleri,tarihi yerleri,şiveleri, sık kullanılan yöresel sözleri ve de  yemeklerini az çok bilirim.
        Geçen sene yolum Karadenize düşmüştü ki,4 ay kadar kaldığım yerde başımı bir yana çevirince dağların puslu yeşilliğini, diğer tarafta ise gözümün alabildiğine denizin mavisini seyretme şansı bulmuştum.Bu güzellikler bir tatilde yaşanabilir onun da makul süresi 2 haftadır. Ne yazık ki gittiğimde kışın ortası olması sebebiyle denizin keyfini çıkaramamıştım.
        Haftada 12 defa yağmur yağması, yerlerin hiç kurumaması bir Ege'li olarak hiç alışılageldik durumlardan değildi benim için.Ayakkabılarıma çamurun bulaşmadığı, montumun kapşonunun başımda olmadığı, üstümün ıslanmadığı da nadirdir haliyle...



Oralara gidip de hamsi yememek ayrı bir zaafiyet olurdu. Kaldığımız pansiyonda da babacan bir amca vardı, adı Bilgi. İlk tanışırken ben Bilgin diye duymuşum, sonra hep öyle hitap ettim, neyse ki hoşuna gitmiş olacak, itiraz da etmedi. Ya Bilgin amca sizin buralarda nereleri meşhurdur, neler yenir gibi bir kaç sorudan sonra amca başladı anlatmaya:
Bizim buralarda bir hamsi olur tadından yiyemezsin...
Bizim buralarda bir mezgit olur, efendime söliyim, onu daha çok yağda pişireceksin, çipurayı mangalda yapmak daha eftaldir,tirsi balığını işte söyle yapacaksın, sardalya için 1-2 hafta daha bekleyin iyice lezzetlensin gibilerinden hangi balık nasıl yenir tariflerini alıyoruz paso. amcam hakkaten muhabbet, bir defa muhabbet konusu açmak yeterli, gerisi şöyle devam ediyor:
Bizim buralarda...
Bir keresinde pansiyona gelirken girişte denk geldik, bir selam vereyim de geçeyim demiştim ki:
-Bilgin amca kolay gelsin dedim!
-Saol, dedi ve bahçedeki ağaçları budayan amcam o ağacın fidanını nereden aldığından başladı,budama tarzı ve budama mevsimi, bu tarz ağaçların hangi iklimlere uygun olduğunu, hangi mevsimde meyve vereceğini, kaç adet meyve olacağını, meyveyi soyup soymadan mı yeneceği, yerken kaç dilime bölünmesi, yerken ağzında kaç defa çiğnemen gerektiğine kadar dinlemiştim...

Bir keresinde de buraların meşhur gezilecek yerleri nerede diye sorma gafletinde bulunmuştum ki;
-Buralarda gidilecek tarihi yer kale'dir. Efendim, çocukluğunda kaleye çıkıp gezmeleri, arkadaşlarıyla oynamasından tutun da kalenin hangi yıllar arasında restore edildiğine kadar, şehirden yüksekliği, kaleye gidiş yolları, tırmanırken dikkat edilecek hususlardan yanına alacağın mataradaki suyun fosfat oranına kadar yeterince bilgiyle beni donatmış Bilgi Amca 'nın o telkinlerinden sonra zaten kaleye gözü kapalı çıkabiliyorsun.

Bilgin Amca dan oraların meşhur neyi var neyi yok öğrenmiştim o zamanlar, hakkaten yaşlılık dönemini deniz kenarında, tertemiz havasıyla geçiren, her sabah günün doğuşunu ve akşamları gün batımını izleyen birinden daha mutlu kimse olamaz.
Herkesin kendi memleketi gibisi de yoktur aslında.

7 Şubat 2011 Pazartesi

Dolmuş

Toplu taşıma araçları, günlük hayatın vazgeçilmezleri arasında yerini almıştır. Belediye otobüsleri , metro, hafif raylı sistem, ve yolların hakimi dolmuşlar!!
Malumunuz herkes gibi ben de bir yerden bir yere giderken bir ara, sürekli dolmuşa bindim, o kadar ki artık dolmuşçularla kanki olur derecesine gelmiştik.
-Babacan naber?
-İyi senden naber?
tarzında...
 Dolmuşa kalkış yerinden binmiş olma ve yer seçebilme özgürlüğümden dolayı, en ön koltuğa geçip otururdum. Arka koltuklara geçince de hep aynı muhabbet, yeni binenler yanındaki boş koltuga bakıp
-Siz nerde inceksiniz?
-Ben yolda incem , siz o zaman söyle geçin
muhabbeti falan da çekilmiyo sabah sabah...
O bakımdan en iyi yer tek kişilik ön koltuktur bana göre, kimseyle yüz göz olamadan,hem yolu seyredersin hem kaptan köşküne yakın olursun ve ister istemez co-pilot konumuna geçersin.
O kadar ki, yağmurlu havalarda buğulu camlar için kaptanımız bi bez parçası uzatır, bilader şuraları bi siliver der ki , o verilen görevin bilinciyle parlatırsın camları resmen!
Co-pilotluk görevine yavaş yavaş adapte olursun, ilerleyen zamanlarda ayna kontrolü yapıp, üstüne bir de 50 TL para bozuk ayarladın mı, işin içine biraz daha girersin, yoktur senden kralı.
Ayna kontrolu önemlidir, es geçmeyelim lütfen, aynayı kaptanımıza göre ayarlar uygun pozsiyonda DUR,KAL ÖLE! deyince orda kalır ve vidasını da sıkarsın ki,ayna sabitlensin, arkadan Red-bull, Mercedes ve Maclaren F-1 takımlarının bize yetişecekmiş endişesini kaptanla beraber yaşarsın ki: 'Finish'e en fazla yolcuyu en kısa zamanda nasıl götürürüm' hesaplarını kaptanla beraber yaparsın.
İşin bir de dertleşme boyutu vardır ki , kaptana verilebilecek en büyük destek de budur.Yolların hakiminin önüne aniden kenardan araç çıkması, aracı durdurup falan yerden geçer mi? diye soran yolcular, sabah sabah 100 TL uzatıp 50 defa para üstü diyen yolcu, bir önceki dolmuşun yavaş giderek tüm yolcuları toparlaması kaptanımızın sinir katsayısını artıran faktörlerden sadece bir kaçıdır. Genelde kaptanımızın sinirlenmesine verdiği ilk tepki vitesin seri olarak değiştirilip elin bi kaç saniye havada kalmasıdır. Hele ki gaza basıp aracın bağırması kulakları tırmalıyorsa bilin ki kaptanımız iyice sinirlenmeye başlamıştır. Kaptanı çileden çıkaran bir diğer şey ise başka bir dolmuşun yolcusunu çalması! Öndeki dolmuşa yetişir ve hareket şudur: işaret parmağını sallayıp  veya 'sana göstericem olum..., görüşçez lan senle...' diyerekten küfürleşmeler...
Kaptanımızın bu durumdan daha sinirli oldukları başka bir durum görülmemiştir.
Kaptanın en masum hallerinden biri de polis ekiplerinin yanından geçme halidir, orda süt dökmüş kedi modunda: Arkadaşlar biraz 'çökebilirmiyiz polis var ' sözü o kadar nazik çıkar ki , az önce küfreden o mağaraadamı gitmiş yerine bu kedi gelmiştir. Mahal geçilince de ayaktaki yolculara katkılarından dolayı teşekkür edilir. Yusuf yusuf geçen saniyeler geride kalmış ve kaptan mağara adamı geri gelmiştir.
Gece karanlığında polis gören kaptanımız gene çökebilirmiyiz ricasında bulunabilir, fakat nadir de olsa iç aydınlatmayı söndürünce, 'noluya yaa' diye herkesin birbirine mal gibi baktıgı 10-15 saniye sonrasında neyse ki herşey normal seyrine döner.


Kaptan yanında her zaman bir destekçi arar, ilk başvuracağı kişi ön koltukta oturan şahıstır. Yılların pilotuna hiç yapılmıcak olaylardan biri de yolun kenarından dolmuşun önüne aniden çıkılmasıdır. İlk tepki:
başını ön koltukta oturan yolcuya çevirip 'Gördün mü şerefsizi?' demektir. Orda olay destek beklemektir, önde oturan da 'He yaa mala bak, herif amma da çıktı yola yahu' deyip muhabbete dalmaktır. Bunu dedin yaa, kaptan elindeki T(K)efalle beynin tüm kıvrımlarını ütülemeye koyulur:
*Vay efendim ben bir keresinde böle bi adama nasıl verdim dersini;
*Yok bölelerine şu kadar cezayı keseceksin bak bakalım bi daha yapıyo mu;
*Arkadan bi dokundurcan suna görecek gününü... gibi devam eden cümlelerdir onlar.
Co-pilot da der ki 'Aynen öyle yaa', 'Tabi abijim' gibi sözlerle kaptanın yanında olduğunu belirtir.

Korna sesiyle ,yolcusuyla, kaptanıyla dolmuşlar ulaşım araçlarının vazgeçilmezleri arasında. (Kaptanımız günündeyse istediğin yere anında roketleyebilir)