24 Ağustos 2011 Çarşamba

Kasnaklı (Uçurtma)

'Kasnaklı ne la?', diyenler vardır belki.

Efendim, öncelikle ona bir açıklık getirelim.
Uçurtmaya, kasnaklı derdik biz çocukken, Ege dolaylarında.
Çocukken sazllıklardan kestigimiz,kargı denen çubukları ortasından boylamasına yarıp çıtaları elde eder, yani uçurtmanın iskeleti oluşur. Çıtalarla, tütün ipi denen pamuk iplikleriyle, ve geniş ambalaj naylonlarla kendi elimizle uçurtmalar yapar, ve bu uçurtmalara mahallede kendi aramızda Kasnaklı derdik.

Kasnaklılara değişik değişik kuyruklar tasarlar, çerçeve cıtalatalarını buyutur, 6 lı veya 8 li yapar, ki 8'li hem karizma uçar, hem de diğer arkadaslarının yanında karizmanın tavan yapmasına bir etkendir. Kuyruklu yıldız dediğimiz ama hiç de karizması da olmayan ve şekilsiz kuyruk tasarımı da yapmamış değilim zamanında. Kamışlardan çıtaları alırken dümdüz olmasına çok dikkat ederdik, yamuk yılık olursa nasıl denge sağlayacaktık ya...
Abime bu konuda güvenir, çıtaları keserken işi ona devreder kaç cm boyunda çıta istediğimi söyler, arkama bile bakmada malzemem hazır olurdu, eli de yatkındır 3 kağıtçının.

 İlkokulda okurdum o zamanlar, okuldan kıvrak kıvrak adımlarla eve geliyorsam belli ki evde beni heyecanlandıran, bir an önce  evimizin önündeki boş arazide yapacağım iş uçurtmamı alıp keyifle uçurmak oluyordu.


 O zamanlar bilgisayar, internet falan yaygın değil şimdiki gibi. Bu devirde bilgisayar çocuğu, apartman çocuğu evden dışarı çık(a)mayan, çıksa sokakların güvenliğinden ailelerin şüpheli olduğu, dışarı çıksa da ailesi de başına dikilip beklemek zorunda olduğu bir devir belki de şimdiki...

O zamanlar öyle miydi ya, atariler, tetrisler bir kaç gün oyalayabilirdi beni, işin sırrını öğrendikten sonra sıkar , sıradanlaşır, eve kapanmak bayar, açık hava özlemi başlar, dışarıda sokakta, dağda, bayırda gayet açık havada oynamanın tadını varırdık.

Gene bir bahar günü , güzel de rüzgar çıkmış tam uçurtmalık bir hava, o derece. Almışım uçurtmamı evin önündeki arsada az bir hareketle,kolayca havalandırmışım uçurtmamı. Rüzgar da iyi ya, zorlanmadan havalandı hemen , ipin ucu elimde ve durmadan ip salıyorum, uçurtmam yavaş yavaş gözlerden ırak olmaya başlıyor. Daha uzağa gidebilen ve ona rağmen de uçabilen uçurtma makbül tabi ki, karizmamı da yapıyorum!

Anaa uçurtmaya bak laaan...
Taa nerrrrde , gördün mü laa...
Sen mi yaptın bunu... gibi tepkiler geliyor.
Ben istifimi bozmuyorum tabi.

Deli gibi de rüzgar var dedim yaa, abimler falan da var mahalledeki arkadaslarla takılıyoruz, başka uçurtması olan arkadaşlar da var. Bana diyorlar ki fazla ip salmasaydın, yani çok uzakta uçurtman, bari biraz gözünün önünde dursaydı diyor arkadaşlar, ben de diyorum ki böyle daha zevkli. O çocuk halimle o zevkin tadını anlatamam inan ki. Öncelikle kendi yapmış olduğum uçurtma, tüm ayarlamasıyla, şekliyle, şemaliyle bir yandan kendi yaptığım, oluşturduğun bir cismin uçtuğunu görmek çocuk haliyle insana o kadar zevk veriyor ki, sanki uçak yapmışım onun deneme sürüşlerini yapıyorum...
Deneme sürüşleri esnasında, rüzgarın asiliğine dayanamayan uçurtmamın ipi kopuyor ve elimde tuttuğum o gergin kurbanlık dana misali tuttuğum ipteki o huysuzluk birden kesiliveriyor ve ip öylece elimde kala kalıyor. Uçurtmam zaten gözle zor görünecek derecede uzakta iken, yavaş yavaş , döne döne yere dogru gözden kaybolmaya başlıyor. O içimdeki kendinden eminlik , biraz hüzne dönüşüyor, yavaş yavaş. O kadar emekler, uğraşılar, ortaya bir şeyler çıkarma ve onun işlevselliğini görme, o zevki tatma fırsatı birden yerini , yavaş yavaş hüzne bırakıyor. Uçurtmam rüzgarın azizliğine uğratıp gözden kaybolurken, elimde kalan ipimi dolamaya başlıyorum ben de , bu arada arkadaşlarım ve abim uçurtmayı aramaya gidiyorlar. Uçurtmanın muhtemel yeri en az 10 dakika yürüme mesafesinde bir yerde, ki orası da boş arazi değil, evlerin olduğu bir yer, kesin birinin bahçesine düşüp kalacak kimsenin haberi de olmayacak diyorum içimden.

Neyse ki aradan geçen yaklaşık 1 saatin ardından enkaz kaldırma ekibinin elinde ufak tefek hasarlarla uçurtmamı getiriyorlar. Emeklerimin yok olup gitmemiş olmasına o kadar seviniyorum ki, o zevki tekrar tadabileceğimi bilmek gerçekten beni de uçuruyor sevinçten.

Nereden geldik bu uçuşlara dur bir düşüneyim: Haa, şu an Uluslararası bir havalimanı projesinde çalışıyorum da, meğerse uçurmak, çocukluktan kalmış bende ...


9 Ağustos 2011 Salı

Bugün Benim Dogum günüm !!!

Bugün benim doğum günüm...
Sağolsun arkadaslarım facebook'tan doğum günümü kutlamışlar. Hatırlanmak güzel sey hakkaten, insan mutlu oluyor tabi.
Ama su var ilk kez yurtdısında, arkadaslarımdan ailemden uzak, bir doğum günü geciriyorum, buruk bir sevinc.
Bir de 44 C civarında sıcaklık, ondan ziyade deli gibi nem, dısarıya cıktıgında tüm kıyafetler ter içinde, resmen ıslanıyor.Bir de ofise gecip masama geciyorum ki, öyle serin bir ortam olamaz, bırak serini resmen dondurucu soğuk yaa...
Klimalarda en düşük 18C olur ya, bizim ofis  merkezi klima santraliyle soğutuluyor, ki bence 10 C falandır herhalde. Ya resmen donduruyo, kimse müdahele etmiyor, anlamadım gitti. Lan simdi dısarısı cok sıcak diye içerisi de cok soğuk olmak zorunda değil ki yaa, acayip gıcık oldum haa..
Nitekim cok sıcaktan cok soğuga gecerken, 2 gündür hasat oldum, ki dün aksam da Leyla'ydım resmen.Gece dogru dürüst uyuyamadım, sabah da işe gidecek gücü kendimde bulamadım. 11'e kadar uyudum, uyku denirse artık ona da, saga sola döndüm durdum diyelim. Şimdilerde, öğlen vakti yavas yavas kendimi biraz iyi hissetmeye başladım.


Buralarda doğru dürüst tatlı yapan yer de yok, pastane tarzında yerler de yok yaw. Şöyle bir meyveli pasta için neler vermezdim. Simdiye kadar 1 tane baklava satan yer gördüm. Tatlı olsa da yesek valla, tek dileğim o simdilik. Bundan güzel doğum günü hediyesi mi olurmuş hiç.

Neyse efenim. Doğum günü ilk defa herkesten uzak, ama gene sifayı kapmıs vaziyetteyim. Demek ki sağlık herseyden önde geliyormuş, gelmeliymiş. Sağlığın kıymetini elimizden gidince biliyoruz nedense. Herkese sağlık ve mutluluklar...

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Ramadan Kareem

Her yerde farklı bır heyecan, farklı bır bekleyiş ve geldi de çattı sonunda 11 ayın sultanı, Şehr-i Ramazan...
Ama ilk defa uzak ellerde, memleketten , aileden, arkadaslardan, sevdiklerinden uzakta...
Gündüz sıcaklık 44C civarında olmasına karsın, böyle bir hava Türkiye'nin hic bir yerinde yok desem yeridir, yav arkadas dısarı cıkıyosun , hatta cıkamıyorsun, cıksan da yarım 1 dakıka ıcınde terlemeye baslıyosun, yarım saat kalınca zaten ustundekı kıyafetı cıkar at, suya batırmıs kadar ıslak, o derece...

Doha/Katar

Bahsi gecen yer bir Arap yarımadası ülkesi, Katar. Başkenti Doha, yaz mevsiminde nemden dolayı sis, resmen  kış mevsimi oluşan sis gibi, yaz sıcagında böylesini hiç görmemiştim.
Her yerde bazı yazılar dikkat çekiyor. RAMADAN KAREEM. Ramanazanınız mubarek olsun...
Aclık insana o kadar koymuyor da , susuzluk insana hakikaten cok koyuyor. Burada Allah herkese sabır versin, dısarda 11:00-15:00 saatleri arasında acık havada calısmanın dahı yasak oldugu yerde, imtihan daha çetin gözüküyor.
Hintli, Filipinli, Japonların yasadıgı ülkede herkes müslüman olmasa da, müslümanlara saygı var, Ramazanın geldiginin herkes farkında. Bir Amerikalı ''Tüm Müslümanların Ramazanını Kutlarım'' diye toplu mail atabiliyor iş arkadaslarına. Bu, her şeyden önce saygı ve hosgörü rüzgarları estiren Ramazanın  bereketi olsa gerek...